Hepimizin kendimize ait bir hikâyesi vardır. Hayatımız boyunca yaşadığımız olaylar, başarılar, cv’miz, anılarımız, hayallerimiz, prensiplerimiz, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz. Uzar gider liste. Hiç durmadan, soluk almadan anlatırız. Severiz kendimizi anlatmayı, karşımızdakinin anlatılarının içine kendi hikâyemizi tıkıştırmayı. Peki anlattıklarımız ‘gerçek’ hikâyemiz midir? Hiç içimize dönüp bakmadan tamamen dış dünyanın getirdikleriyle oluşturduğumuz bu hikâyeler? “Hayır” diyor Psikolog Mine Özgüzel, geçen hafta Doğan Kitap’tan çıkan “Yaşam Hikâye mi?” adlı yeni kitabında. Özgüzel’e göre “Dış hikâyeler anlattıklarımız, iç hikâyeler anlatamadıklarımızdır.” Peki neden önemli bu iç hikâyelerimiz? Çünkü “Yaşamımızdaki anlamı oluşturabilmemiz ve kendimize ait algılara gidebilmemiz için hikâyelerimizin tanımına ihtiyacımız var”. Hayatımızın bir anlamı olması, kendimizin yaratıcısı olmakla mümkün. Yine Özgüzel’e göre “Kendi hayatımızın yaratıcısı olabilmemiz için ilk önce kendi hayatımızın içine, yüzeylerden, kıyılardan içeriye doğru cesurca girmemiz gerekir.” Kendi hayatımızın içine girmeyi ise çocukluğumuza ait bastırılmış anılarımızın bilincine varmak, eksikliklerimizi, çatışmalarımızı görebilmek olarak tanımlıyor yazar. Ruhsal sancılarımızla yüzleşmek, bize semptomlar aracılığıyla ‘beni gör’ uyarısı gönderen bu sancıların analizini yapmak. Zira “Semptomlar, kendi varlığımızı yaratmak üzere bizlere sinyal vermek, bizlere dönüş yolunu açmak için vardır”. O hâlde niye yapmıyoruz bunu? Cevabı yine kitaptan: “Kendi içimize dönmekten, kendimizi duymaktan korkarız. Kendimizle kalmak, kendimize dokunmak, kendimizi anlamak bize çok zor gelir.” Bu durumda ne yapıyoruz? O ağız dolusu cümlelerle anlatmalara doyamadığımız dış hikâyemizi anlatmaya başlıyoruz: “Kendimizin kendimizle olan bu korkusu bizi hikâye anlatmaya götürür.”
Temeli 30 yıl önce atıldı
Kitapta anlatılanlar beni çok eski zamanlara götürdü. Üniversitede, babamın isteğiyle ‘matematik’ okuyup mezun olduktan sonra öğretmenlik yapmaya başladım. Devlet okulunda çalıştığım için büyük bir maaşım yoktu ama verdiğim özel derslerle iyi bir gelir elde ediyordum. ‘Matematikçi’ olduğum için çocukların matematik korkusundan gelen fazladan bir ciddiye alınma durumu yaşıyordum. Yine ‘matematikçi’ olduğum için zekâm da bir saygı nesnesi oluyordu. Ciddiye alınan, saygı duyulan, para kazanan genç bir kadındım. Bol bol anlatıyordum matematik dünyasının zenginliğini, bana kattıklarını, hayat için ne denli gerekli olduğunu, matematiği çok sevdiğimi. Öğrencilerime, eşe dosta. Ne var ki içimde derin bir mutsuzluk duyuyordum. Mutsuz olmak için görünürde bir sebep yoktu. Her şey yolunda ve eksiksizdi? Peki ama niye anksiyeteler içinde kıvranıyordum? Anneme bir şey olursa? Babama, kardeşlerime? Başarısız olursam? Bu semptomlar bana ne anlatıyordu? O yıllarda tanıdım ben Mine Özgüzel’i. Haftada iki gün oğluna ders verip bir gün seansa giriyordum. Bugün “Yaşam Hikâye mi?” kitabının temellerini, 30 yıl önce o günlerde atıyordu Mine Özgüzel. Beni içime bakmaya, kendi iç hikâyemin tanımını yapmaya yönlendirdi. Çıkan sonuç, içimde dolup taşan yazma isteğimin dışarı çıkabilmek için verdiği çaba ve benim onu bastırmamdı. Babam üzülmesin diye. Oysa öğretmen değil, yazar olmak istiyordum. Matematik anlatmak değil, hikâyeler anlatmak. Bu gerçeği dikkate alarak, yedi yıl mücadele verdim. Yazarlığın bir iş yeri olmadığından yazı yazabileceğim en uygun yer olan bir sanat dergisinde çalışmaya başladım. Telifle. Telifle yaşamı döndürmek zordur. Bir birikim yapmam gerekiyordu. O yüzden o yıllar boyunca ikisini birlikte götürdüm. Yedi yılın sonunda arkama bile bakmadan çıkıp gittim okul kapısından. Sonrası uzun, mutlu, huzurlu, anksiyetelerden, obsesyonlardan uzak yeni bir iş hayatı. Gazetecilik. Yıllar içinde kaleme aldığım dört kitap. Elbette onların da zorlukları oldu ama öğretmenlikte yaşadığım yedi yılki kadar mutsuz olmadım bir daha. İç hikâyemden çıkan gerçek hikâyem, başka gerçekliklerimi de sorgulamaya götürdü. Bitmeyen bir eğitim süreci bu. Hâlâ devam ediyor. Hâlâ dış hikâyelerimde gerçek bulmadığım şeylerle karşılaşıyor, hemen içime dönüyorum. Evet içerideki hikâyelerle yüzleşmek insanın canını acıtıyor ama uyduruk dış hikâyelerimiz kadar değil.
Bu benim vaka hikâyem. Kitapta meslek hayatından başka vaka örneklerine de yer veriyor Mine Özgüzel. Çocuk sahibi olduğu için doktorasını yarım bırakan kadının doktoraya kaldığı yerden devam etmesiyle onu terapiye getiren öfke nöbetlerinden kurtulması. Kocasını da sevgilisini de bırakamayan bir kadının ‘emniyet duygusuyla aşkı farklı noktalarda yaşayıp sonra bu iki noktayı kendinde bütünlemesi’nin hikâyesi… Ve diğerleri.
Yeni bir yıla girerken kendinizi tanımak, iç hikâyenize kulak vermek, tanımınızı yapıp, yaratıcılığınıza ve aradığınız anlama kavuşmak için bulunmaz bir hediye “Yaşam Hikâye mi?” Şunu da eklemek isterim Özgüzel’den alıntıyla: “Gerçek sizi güçlü kılar”. Sayenizde beni kıldı Mine Hanım. Size her şey için teşekkür ederim.
İyi pazarlar.